Ana içeriğe atla
     SSCB dağılmasından sonra Nato ve Abd Avrupa birliği yavaş yaşavaş Türkiye den uzaklaşmaya başladılar ve Nato nun ve arupa
nın Türkiye ye ihtiyacı kalmamıştır ve Abd devamlı müttefikliğe aykırı davranmaya başlamıştır Türkiye de dağılma süreci
hiçbir iktidar tarafından okunamamış bir strateji geliştirilememiştir sadece Türkiye Ab ve Abd tarafından sürekli aldatılmıştır
ne bir stratejist nebir savunma uzmanı bunu görememiştir bu gün yaşadığımız sorunlar Türkiye nin batı ittifakının dışına
atılmak istenmesidir Bugün yaşadığımız askeri ve ekonomik sorunlar iktidarın ve küçük ortağının olayı geniş bir perspektif ten
göremeyişleri dir bu yazı sadece bir bilgi ve uyarı mahiyetindedir dikkate alırsa sadece mutlu olurum.
RUSYA-NATO İLİŞKİLERİNİN
DÜNÜ, BUGÜNÜ VE GELECEĞİ
YAPICI, Merve İrem
TÜRKİYE/ТУРЦИЯ
ÖZET
1990’lı yıllar boyunca istikrarsız bir gidişat izleyen NATO ile Rusya
arasındaki ilişkiler, 11 Eylül sonrasında ABD ile Rusya arasında doğan
terörizme karşı iş birliğinin etkisiyle ivme kazanmış ve bu süreç NATO
içerisinde Rusya’nın etkinliğini arttıran NATO-Rusya Konseyi’nin
oluşturulması ile sonuçlanmıştır. 2002 yılı itibarıyla taraflar arasında artan iş
birliğine rağmen, NATO’nun Rusya’nın ‘etki alanı’ olarak gördüğü eski Sovyet
coğrafyasına kadar genişlemesi, bu coğrafyada giderek daha fazla etkinliğini
arttırarak üsler açması ve askerî techizat konuşlandırması, Putin iktidarının
tepkisini çekerek ilişkilerde yaşanan canlanmayı sekteye uğratmıştır. Ancak
2000’li yıllarda ilişkilerde yaşanan zikzaklar, aslında bir istikrarsızlıktan öte,
Putin iktidarının izlediği pragmatist ve dengeli bir dış politikanın göstergesidir.
Yani ironik bir şekilde istikrarsızlık, istikrarın bir göstergesi hâline
dönüşmüştür. Bu çalışmada amaçlanan, taraflar arasındaki ilişkilerin gelişim
sürecini inceleyerek ve tarafların strateji ve amaçlarını ortaya koyarak,
ilişkilerin geleceği üzerinde bazı saptamalarda bulunmaktır.
Anahtar Kelimeler: Rusya, NATO, Yeltsin, Putin, NATO-Rusya Konseyi,
yakın çevre, Avrasyacılık, Atlantikçilik.
ABSTRACT
NATO-Russia relations of 1990s were unstable in nature. After
September 11, relations between two sides became closer by the effect of the
cooperation against terrorism. This process resulted in the establishment of
NATO-Russia Council – the body which increased the effectiveness of Russia
in NATO. Despite the deepening partnership since the year 2002, expansion of
NATO in the post-Soviet territories and its increasing military activities in this
region displeased Putin administration and paused the revival of relations.
However, the predominant zigzags in the relations in 2000s are not the
evidences of unstability, but pragmatic and balanced foreign policy of Putin
administration. Namely, unstability became ironically the indicator of stability.
The aim of this study is to make some predictions about the future of relations
between two sides by examining the development process of relations and
explaining the strategies and goals of both sides.
Key Words: Russia, NATO, Yeltsin, Putin, NATO-Russia Council, near
abroad, Eurasianism, Atlanticism.
1452
GİRİŞ
Soğuk Savaş yıllarında NATO, SSCB ve liderliğindeki Varşova Paktı’nı
kendine yönelik en önemli tehdit olarak algılamakta ve varlık sebebini bu
tehdide dayandırmaktaydı. Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve SSCB’nin yıkılması
ile beraber, en önemli varlık sebebini yitirmiş olan NATO, bu dönemden sonra
varlığını farklı nedenlere dayandırmış olsa da, Rusya ile NATO arasında
geçmişten gelen karşılıklı tehdit algısı uzun süre devam etmiştir. Son dönemde
Rusya’da yapılan kamuoyu yoklamalarına göre, Rus halkı hâlen NATO’yu
saldırgan bir askerî örgüt olarak tanımlamakta ve NATO’nun Rusya için bir
tehdit oluşturduğunu savunmaktadır.
Bu güvensizlik ortamı içerisinde, taraflar arasındaki ilişkiler, özellikle
1990’larda oldukça yüzeysel kalmış ve önemli bir aşama kaydedilememiştir.
NATO, özellikle genişleme öncesi dönemlerde, Rusya’nın tepkisini
önleyebilmek için Rusya lehine bazı düzenlemelere girişmiş, ancak
1990’lardaki Daimî Ortak Konseyi’nin oluşturulması gibi düzenlemeler, Rusya
açısından tatmin edici olmamıştır. NATO’nun yaklaşımı kadar, Rus iç politikası
da taraflar arasındaki ilişki de belirleyici olmuştur. Bu dönemlerde, Rusya’da
özellikle Avrasyacı eğilimlerin daha baskın olması, NATO’ya yönelik olumsuz
bir yargının şekillenmesinde önemli bir faktör olmuştur.
2000’li yıllarla beraber, Putin iktidarının daha pragmatist ve dengeli bir dış
politika izlemesi, NATO-Rusya ilişkilerinde belirgin gelişmelerin yaşanmasına
neden olmuştur. Özellikle 11 Eylül sonrası taraflar arasında terörizme karşı
artan iş birliği ve Putin’in 2004’teki NATO genişlemesine daha ılımlı
yaklaşması sonucunda, NATO içerisinde Rusya’nın etkinliğini arttırmaya
yönelik önemli bir adım atılmış ve Rusya’nın ortak çıkarlara ilişkin konularda
veto hakkı olmaksızın diğer üye ülkelerle eşit konuma getirildiği, NATO-Rusya
Konseyi oluşturulmuştur. Taraflar arasında artan iş birliğine rağmen, Rusya
açısından, çevresinde ve kendine çok yakın bölgelerde NATO etkinliğinin
giderek artması ve NATO’nun Rusya’yı çevreleyecek biçimde genişlemesi,
oldukça endişe verici gelişmelerdir. Bu bağlamda, son dönemde yaşanan
yakınlaşmayla beraber, taraflar arasında güvenin tamamen sağlandığı güllük
gülistanlık bir ilişkiden bahsetmek de zordur.
Bu çalışmada, taraflar arasındaki ilişkinin gelişim sürecinden bahsedilecek
ve bu süreci etkileyen faktörler üzerinde durulacaktır. Ayrıca Rusya’nın NATO
genişlemesi karşısındaki tutumu ve çekinceleri incelenecek ve NATO’nun
Rusya’nın yakın çevresinde ne derece etkin olduğu saptanmaya çalışılacaktır.
Sonuçta da taraflar arasındaki ilişkinin olası geleceği ve Rusya’nın NATO’ya
üye olma olasılığı tartışılacaktır.
1. Soğuk Savaş Sonrasının İlk Yıllarında Taraflar Arasındaki İlişkiler
NATO, Soğuk Savaş’ın sona ermesi ve karşısındaki düşmanın ortadan
kalkmasıyla, kendisini ‘kimi, hangi misyonla, kime karşı ve ne şekilde’
1453
koruyacağı tartışmalarının içinde bulmuştur. (Tepe, 2002: 47) Ancak Soğuk
Savaş sonrasındaki gelişmeler, riskler ve belirsizlikler, bir istikrar ve denge
unsuruna ihtiyaç olduğunu göstermiş ve bunun da NATO ile sağlanabileceği
yaşanan olaylar sonucunda belirginleşmiştir. Özellikle Balkanlarda
Yugoslavya’nın dağılması sürecinde soykırıma varan çatışmalar, Avrupa
haritasının yeniden belirlenmesinde yaşanan gerginlikler, Sovyet etkisinde olan
ülkelerin baskıdan kurtulmaları ile ortaya çıkan belirsizlikler, bu ihtiyacı teyit
etmiştir. (Kuloğlu, 2001: 586)
Soğuk Savaş sonrasında her ne kadar NATO’nun varlık sebebi farklı
nedenlere dayandırılmış olsa da, Rusya ve İttifakın birbirlerine karşı duydukları
güvensizlik ve tehdit algılaması uzun bir süre daha devam etmiştir. Gerçi 1991-
1993 arasında Rusya’da izlenen Batı yanlısı politikaların da etkisiyle daha 1991
yılında dönemin Rus devlet başkanı Boris Yeltsin, ikili görüşmelerde NATO
ülkelerinden ülkesini İttifaka tam üye olarak kabul etmelerini istemiş; NATO
ülkeleri ise, Rusya’nın İttifaka üyeliğe hazır olmadığı argumanıyla onun bu
talebini reddetmiştir. (Powaski, 2002) Ancak 1993 yılında Rusya’da ilan edilen
ve Avrasyacı görüşlerin hâkim olduğu askerî doktrin ve dış politika
konseptlerinin de etkisiyle özellikle taraflar arasındaki ilişkinin kurumsallaştığı
1997 yılına kadar, güvensizliğin hâkim sürdüğü ortamda ilişkiler çok yüzeysel
kalmış; NATO’nun Kuzey Atlantik İş Birliği Örgütü ve Barış için Ortaklık
Programı çerçevesinde taraflar arasında iletişim sağlanmıştır.
1.1. Kuzey Atlantik İş Birliği Konseyi
Soğuk Savaş sonrasında NATO’nun güvenliği sağlamaya ilişkin
yaklaşımında görülen en büyük değişikliklerden birisi, üye olmayan ülkeler ve
diğer uluslararası örgütler ile ortaklık kurmasıdır. NATO’nun ortaklık
politikasının başlangıcı, Varşova Paktı’nın dağılmasından sonra İttifak’ın Orta
ve Doğu Avrupa ülkeleri ile yakınlaşması olmuştur. Bu politika önce Aralık
1991’de gerek NATO üyeleri gerekse İttifak’ın eski düşmanları için güvenlik
konularının tartışılıp teşvik edileceği bir forum olarak Kuzey Atlantik İşbirliği
Konseyi’nin (KAİK) oluşturulmasında kendini göstermiştir. (Bennett, 2003)
10 Mart 1992’de KAİK’e üye olan Rusya’nın bu dönemdeki dış politikasına
baktığımızda, Yeltsin’in daha Batı yanlısı bir politika izlediğini söylemek
mümkündür. Ocak 1993’te yayınlanan Ulusal Güvenlik Konsepti Belgesi’nde,
NATO ile KAİK aracılığıyla kurulan bağların arttırılması gerektiği ifade
edilmiş, ancak Rusya’nın temel çıkarlarının Batılı ülkeler ile bazı konularda
anlaşmazlığa yol açabileceğinin de altı çizilmiştir. Nitekim 1993 yılında Rusya,
NATO’nun genişlemesi konusundaki endişelerini Batılı liderlerle paylaşmış ve
Polonya ile diğer Orta Avrupa devletlerinin NATO’ya tam üyeliğine karşı
olduğunu belirtmiştir. (2005: http://editors.sipri.se/pubs/pressre/ptviii.html)
KAİK, aslında ekonomik ve politik olarak geçiş süreci yaşayan Doğu
Avrupa ülkelerinin istikrarsızlığa düşmelerini ve Rusya etki alanına girmelerini
önlemek için kurulmuş bir Konsey idi. (Ağır, 2003: 119) Rusya da bu Konsey
1454
içerisinde yer alarak bir anlamda bu süreç dışında kalamayacağını göstermiş ve
KAİK’i bir dayanışma forumu olarak ve NATO genişlemesine bir alternatif
olarak hoş görüyle karşılamıştır. (Pravda, 1995)
1.2. Barış için Ortaklık Programı
Eskiden düşman olan ülkelerle başlatılan iş birliği süreci, 1994 Brüksel
Zirvesi’nde kabul edilen Barış İçin Ortaklık (BİO) girişimi ile daha da
hızlanmıştır. Ortak ülkelerin isterlerse NATO operasyonlarına katılabilmelerini
sağlayacak mekanizmalar oluşturan BİO, hava savunması, iletişim, kriz
yönetimi, barışı koruma operasyonları ve lojistik gibi çeşitli faaliyet alanlarını
içermektedir.
İlk başta BİO programına olumlu yaklaşan Rus diplomatlar, Batılı
yetkililerce bu iş birliğinin Orta ve Doğu Avrupa ülkelerini üyeliğe götüren bir
köşe taşı olduğunun ifade edilmesiyle, olumsuz bir tavır takınmaya
başlamışlardır. (Pravda, 1995) Ayrıca Nisan 1994’te NATO’nun Bosna’daki
Sırp güçleri üzerine hava saldırısına geçmesi sonucunda Yeltsin, BİO
Anlaşmasını imzalamak konusundaki çekincelerini üstü kapalı bir şekilde dile
getirmiştir. Bosna’da girişilen hava saldırısında ve Kuzey Kore’ye yönelik
yaptırımlarda kendisine danışılmadığı için içerleyen Rus yönetimi, daha çok
Avrasyacı görüşlere yakın duran ve Batıyla iş birliği ve yakınlaşmadan ziyade
Rusya’nın eski Sovyetler Birliği topraklarında etkili olması gerektiğini öne
süren, Nisan ve Kasım 1993’te kabul edilen Dış Politika Konsepti ve Askerî
Doktrin’in de etkisiyle 22 Haziran 1994’e kadar BİO Çerçeve Dokümanı’nı
imzalamamıştır. (Hunns, 1997).
Bu arada 1994 yılında patlak veren 1. Çeçen Savaşı da Rusya’nın bu
dönemde NATO’ya yaklaşımının değişmesine ve Rusya’da NATO genişlemesi
karşıtı söylemin taraftarlarının artmasına yol açmıştır. Rusya’yı insan haklarını
ihlal ettiği gerekçesiyle kınayan Batıya karşı Yeltsin, 1994 yılındaki AGİT
Zirvesi’nde NATO’nun genişlemesini eleştiren bir konuşma yaparak,
Avrupa’da yeni bir Soğuk Savaş’ın başlayabileceği konusunda Avrupalıları
uyarmıştır. (Şaylıman ve Şaylıman, 2004: 300)
ABD cephesinde, Rusya’da yaşanan iç siyasal değişimlerin ve Batı karşıtı
akımın aşırıya kaçmasının engellenmesi amacıyla Moskova ile var olan stratejik
ortaklığın zor da olsa sürdürülmesi gerektiğine dair bir inanç belirmiştir. Rusya
ile stratejik ortaklığın topallayarak da olsa sürdürülmesini dış politikasının
öncelikli tercihi olarak belirleyen ABD’nin tedbirli tutumu ve ABD ile Rusya
arasında yoğunlaşan görüşmeler sonucu, Kozyrev, 22 Nisan 1994’te BİO
Çerçeve Dokümanı’nı imzalamış ve Rusya böylece BİO programına katılmıştır.
(Kozyrev, 1994: 5) Rusya’nın BİO’ya katılımının önemli bir nedeni de, NATO
oluşumlarının içinde yer alıp etkinliğini içerden devam ettirmek istemesi
olabilir.
1455
Her ne kadar Rusya BİO’ya katılmış olsa da Avrasya’daki istikrarın
sağlanmasında öncü rolü AGİT’in üstlenmesi gerektiğini her ortamda
belirtmiştir. Hatta Kozyrev, BİO Dokümanını imzaladıktan sonra, AGİT’in
NATO, Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi ve Batı Avrupa Birliği’nin
faaliyetlerini organize etmeyi kendisine amaç edinmesi gerektiğini ifade
etmiştir. (Hunns, 1997) NATO’ya karşı AGİT’i ön plana çıkarma amacında
olan Rusya, AGİT’in güçlenmesinin İttifak içindeki Avrupa kanadının
güçlenmesine yol açacağını ve bunun da Rusya’nın uzun vadedeki çıkarlarına
uygun düşeceğini öngörmüştür. Çünkü, Rusya’nın uzun vadeli ve stratejik
çıkarları açısından NATO ya dağılmalı ya da Avrupalılaştırılmalıdır.
(Velichkin, 1995: 22)
Rusya, BİO programına katılmakla beraber NATO ile genişletilmiş bir iş
birliği ve diyalog kurma konusunda anlaşmaya varmıştır. NATO üyeleri ve
Rusya arasında barışı koruma, ekolojik güvenlik ve bilim gibi ortak çıkarlara
ilişkin konularda danışmalarda bulunmak ve bilgi alışverişi sağlamak için
bakanlar, büyükelçiler ve uzmanlar düzeyinde toplantılar yapılmaya
başlanmıştır. (NATO Handbook, 2001: 81) Ayrıca BİO projesine katılarak
‘ortak üye’ olan Rusya, 1995’te Bosna-Hersek için hazırlanan Dayton Barış
Anlaşması’nın uygulanmasında görev alan NATO liderliğindeki askerî güce
(IFOR ve daha sonra SFOR) katılmış ve Bosna-Hersek’in yeniden
yapılandırılmasında yer almıştır. Bosna’ya yaklaşık 1200 asker gönderen Rusya,
NATO gücüne NATO dışından yapılan en büyük katkıyı sağlamıştır. (Nikitin,
2004)
1996 yılında taraflar arasında gerçekleşen bir diğer iş birliği de, Sivil Acil
Durum Planlama ile ilgili olmuştur. 20-21 Mart 1996 tarihlerinde Moskova’yı
ziyaret eden dönemin NATO Genel Sekreteri Javier Solana, Yeltsin ile taraflar
arasındaki ilişkiler konusunda görüşmelerde bulunmuş ve bu görüşmeler
sonucunda NATO ile Rusya arasında ‘Sivil Acil Durum Planlamaya İlişkin
Memorandum’ imzalanmıştır.
Yukarıda belirtilen iş birliği girişimlerine rağmen, 1994-1996 yılları arasında
Rusya devamlı surette NATO genişlemesine karşı olduğunu belirtmiş ve
NATO’ya olan güvensizliğini vurgulamıştır. Bu dönemde Rusya, NATO
üyeliğine sıcak bakan Polonya, Macaristan ve Baltık devletlerine, NATO
güçlerinin buralara girmesi durumunda Rusya’nın kendini savunacağını ve Orta
Avrupa’da bir nükleer savaş çıkma ihtimalinin doğacağını ileri sürerek baskı
uygulamıştır. (2005, http://www.russiansabroad.com/russian_history_339.html)
2. Taraflar Arası İlişkilerin Kurumsallaşması
NATO genişlemesine karşı çıkan Rusya’nın 23 Mayıs 1997’de imzalanan bir
anlaşma ile Beyaz Rusya ile yakınlaşması, birçok kişi tarafından genişlemeye
karşı verilen bir yanıt olarak algılanmıştır. (Şaylıman ve Şaylıman, 2004: 302)
NATO’nun eski Sovyet Bloğu’na doğru yayılma isteğine karşı, Rusya’nın
tepkisinin engellenmesi için NATO, Rusya’yı giderek kendi istişarelerine daha
1456
fazla dâhil etmeye başlamıştır ve bunun ilk örneği de, 1999’da yaşanan
genişleme öncesinde 1997 yılında Yeltsin’e, tabiri caizse, sus payı olarak
Rusya’ya söz hakkı tanıyan ama veto hakkı tanımayan Daimî Ortak
Konseyi’nin sunulması olmuştur. (Daniels, 2002: 7) NATO, Rusya’yı yeniden
saldırgan bir konuma getirmemek için, bu ülkenin büyüklüğünü ve potansiyel
gücünü de göz önünde bulundurarak, bu ülkeyle özel ilişkiler tesis edilmesine
yönelmiştir. Bu kapsamda yapılan çalışmalar sonucunda da 27 Mayıs 1997
tarihinde, Paris’te yapılan zirvede NATO-Rusya Federasyonu Kurucu Senedi
imzalanmıştır. Bu senetle beraber aynı zamanda NATO-Rusya Daimî Ortak
Konseyi de kurulmuştur.
2.1. NATO-Rusya Kurucu Senedi
Ocak 1996’da Kozyrev’in yerine dışişleri bakanı olarak atanan Yevgeniy
Primakov, olabilecek en iyi Rus politikasının, NATO genişlemesine karşı
çıkmaya devam etmek ve aynı zamanda olası genişlemenin olumsuz sonuçlarını
en aza indirmek için de görüşmeleri sürdürmek olduğunu düşünmekteydi.
Primakov, NATO ile Rusya arasında Avrupa güvenliği ile ilgili tüm konularda
müşterek karar alma şartını koyan hukuken bağlayıcı ve kuvvet kullanımı ile
yeni üyelerin topraklarında nükleer silahların mevzilenmesinin yasaklanmasını
içeren bir anlaşma istiyordu. Ancak böyle bir anlaşma kendi hareket
özgürlüklerini kısıtlayacağı ve yeni üyeleri ikinci sınıf statüsüne indireceği için
NATO ulusları tarafından kabul edilmedi. (Lunak, 2003) Fakat İttifak Moskova
ile uzlaşmakta istekliydi. ve sonuçta NATO’nun yeni üye ülkelerin
topraklarında nükleer silah konuşlandırmayacağını ifade eden Kurucu Senet
ortaya çıktı.
NATO-Rusya Kurucu Senedi, Rusya ile NATO arasında düzenli danışmaları
ve ortak operasyonları içeren bir iş birliği için gerekli zemini yaratma amacıyla
imzalanmıştır. (Chaddock, 1997: 1) Dört bölümden oluşan Kurucu Senet’in ilk
bölümünde, ortaklığın temelini oluşturacak prensipler, ayrıntılı olarak
belirtilmiştir. Bunlar; uluslararası normlara bağlılık, devletlerin egemenliğine ve
bağımsızlığına saygı, uyuşmazlıkların barışçıl yollardan çözülmesi gibi
prensiplerdir.
İkinci bölümde, kurulacak NATO-Rusya Daimî Ortak Konseyi’nin teşkilatı,
çalışma prensipleri ve fonksiyonları izah edilmiştir. NATO ve Rusya arasında
danışma ve iş birliği yapılacak konuların belirtildiği üçüncü bölümde;
çatışmaların önlenmesi, kriz yönetimi, barışı koruma, kitle imha silahlarının
yayılmasının önlenmesi, silahsızlanma ve silahların kontrolü, nükleer konular
gibi alanlar iş birliğinin yapılacağı alanlar olarak belirlenmiştir.
Politik ve askerî hususların ele alındığı son bölümde ise, yeni üye ülke
topraklarında, nükleer silah konuşlandırılması veya nükleer silah depolama
tesislerine sahip olunması konularında NATO’nun niyeti, planı ve gerekçesi
olmadığı belirtilmiştir. NATO ve Rusya’nın birlikte çalışarak mümkün olan en
kısa sürede AKKA’nın uyarlanması çalışmalarını tamamlamaları
1457
öngörülmüştür. Ayrıca NATO, Rusya’nın ideali doğrultusunda, AGİT’in
Avrupa güvenliğine ilişkin sorunlarda öncü rolünü tanıdığı ifade etmiştir.
2.2. NATO-Rusya Daimi Ortak Konseyi
Kurucu Senet ile oluşturulan Daimî Ortak Konsey (DOK), ilk defa 18
Temmuz 1997 yılında toplanmış; büyükelçiler ve askerî temsilciler düzeyinde
aylık, dışişleri ve savunma bakanları düzeyinde de yılda asgari iki kez olmak
üzere toplantılar düzenlemeye karar vermiştir. (NATO Handbook, 2001: 83)
DOK’a, NATO Genel Sekreteri, bir müttefik ülke temsilcisi ve Rusya
Federasyonu temsilcisi müştereken başkanlık yapmıştır.
DOK ile oluşturulan yapı, 19+1 (1999’daki genişlemeden önce 16+1) olarak
ifade edilen ve Rusya’nın NATO içerisinde bir nevî gözlemci olarak yer aldığı
ve karşılıklı güvenin oluşmasına yardımcı olmak üzere NATO Karar Alma
Sürecini takip ettiği bir yapı şeklindedir. (Kuloğlu, 2004: 51) Taraflar arasında
danışma ve konsensus oluşturma forumu gibi işlemiş olan DOK, tarihte ilk defa
NATO içerisinde Rusya’ya söz hakkı tanımıştır. (Labarre, 2001: 46) Rusya’ya
bu Konsey ile NATO içerisinde söz hakkı tanınmış olsa da bu söz hakkı aslında
oldukça sınırlandırılmıştır; şöyle ki, NATO Rusların da dâhil olduğu bir
sorunda önce ortak bir pozisyon belirleyecek ve ancak bundan sonra söz konusu
sorunu Konseyde tartışmaya açabilecektir. (Göl, 2002: 111) Bu da Rusya’nın
aslında ortak çıkarlara ilişkin konularda NATO’daki karar alma
mekanizmalarında etkili olmadığı anlamına gelmektedir ve bu yüzden de 20’li
bir yapı yerine bu yapı ‘19+1’ olarak ifade edilmektedir.
Müttefiklerin konumlarını daha Rusya ile bir diyaloga başlamadan önce
belirledikleri bir forum olarak DOK, Rusya’nın Müttefikler ile samimi bir iş
birliği ruhu içine girmeden, NATO’nun politikaları (genişleme konusu ile ilgili
politikalar gibi) konusundaki mutsuzluğunu dile getirmek için kullanıldığı bir
platform şeklinde olmuştur. (Fritch, 2002) Primakov’a göre, Rusya açısından
Kurucu Senet ve DOK, NATO-Rusya ilişkilerini geliştirmek için değil, sadece
‘kirpinin dikenlerinin Rusya’yı çok fazla rahatsız etmesini önlemek’ için
kullanılacak bir araç olarak görülmüştür. Nitekim ona göre, DOK’un varlığının
tek olumlu sonucu, NATO’nun Rusya’nın DOK’dan çekilebileceği yönündeki
korkusunun, İttifak’ın Kosova’daki muharebe faaliyetlerini bir kara saldırısıyla
daha da tırmandırmasına engel olmasıdır. (Lunak, 2003)
Taraflar arasında bu Konsey çatısı altında yapılan kimi görüşmelere rağmen,
ilişkiler iş birliğinden ziyade ilgisizlik ile tanımlanmakta ve DOK, taraflar
arasındaki iş birliğini güçlendirmekten ziyade bir uçuruma yol açmaktaydı.
(Valasek, 2002) Kosova krizine kadar, 1998 Şubatında Moskova’da ilk NATO
Dökümantasyon Merkezinin açılması gibi bazı ufak gelişmeler yaşansa da
ilişkilerdeki soğukluk devam etmiş ve Kosova krizi esnasında taraflar
arasındaki gerilim hat safhaya ulaşmıştır. Hatta denilebilir ki; Kosova krizi,
taraflar arasındaki ilişkilerde yaşanan bir kırılma noktasıdır ve ilişkiler
NATO’nun Kosova’ya müdahalesi ile geçici bir süre için dondurulmuştur.
1458
3. Kosova Krizi ve İlişkilerde Yaşanan Kopukluk
Rusya’nın NATO ve ABD’ye karşı duyduğu güvensizlik, Rusya’nın siyasi
müttefiki ve Slav akrabasına karşı NATO’nun 1999’da Kosova’da
gerçekleştirdiği askerî müdahale ile yeniden kuvvetlenmiştir. Yapılan bir
araştırmaya göre Kosova Savaşı bittiğinde Rusların % 96’sı NATO’nun
Kosova’yı bombalamasının insanlığa karşı bir suç olduğunu belirtmiş; %77’si
NATO’nun Kosova’da olduğu gibi Rusya’da da müdahalede bulunmasını
önleyecek hiçbir engelin bulunmadığını ifade etmiştir. (Baker, 2002: 96)
NATO’nun Kosova krizine müdahalesi üzerine Rusya, NATO-Rusya
Kurucu Senedi ve BİO çerçevesinde yürüttüğü faaliyetleri askıya almış ve
DOK’tan çekilmiştir. Rusya, ayrıca Nisan 1999’da yapılan Washington
Zirvesine de iştirak etmemiş; Moskova’da açılması öngörülen NATO
Enformasyon Ofisi ve Askerî İrtibat Bürosu konusundaki çalışmalar da
durdurulmuştur. (Erdoğdu, 2004: 221) Kosova Savaşı, Rusya’nın NATO’dan
kaynaklanabilecek potansiyel tehdit algısını arttırmıştır. Buna NATO’nun
genişlemesi de eklenince, 1999 yazından itibaren Rus ordusu, Kosova stili
büyük ölçekli bir hava saldırısından korunmak için düzenli idmanlar yapmaya
başlamıştır. (Labarre, 2001: 47)
Bosna-Hersek’teki barışı koruma görevlilerini de NATO’nun komuta
yapısından çeken Rusya’ya göre, İttifak BM Yasası’nı ihlal etmişti ve bu
nedenle BM Güvenlik Konseyi’nin belirgin bir yönergesi olmaksızın egemen
bir devlete karşı eylem başlatarak, yasal olmayan bir davranış içine girmişti. Bu
müdahalenin haklılığı şüpheliydi çünkü AGİT veya BM mekanizmaları
tarafından herhangi bir soykırım olgusu saptanmamıştı ve hava saldırılarının
başlamasından sonraki mülteci göçü, saldırı öncesindekinden çok daha fazlaydı.
Ayrıca NATO, çatışmayı çözümlemek için tüm diplomatik yolları denemeden
kuvvete başvurarak çok tehlikeli bir örnek oluşturmuştu. (Nikitin, 2004)
Rusya’nın bu kriz günlerinde takındığı tutum, Moskova’nın uluslararası
hukuka karşı alınmış kararları destekleyerek, Batı yanlısı politikaları izlemek
niyetinde olmadığını tüm dünyaya göstermiştir. (Grushko, 2002: 24) BM’de
konsensüs sağlanıp Kosova konusunda bir BM Güvenlik Konseyi kararı
benimsendikten sonra, 1999 Haziranında Helsinki’de imzalanan anlaşma ile
Rus kuvvetleri BM yönergesi altındaki uluslararası barışı koruma misyonuna
(KFOR) katılmışlardır. Toplam 40.000 askerden oluşan KFOR’a Rusya,
yaklaşık 3250 askerini göndermiştir.
1999 yılında çıkan İkinci Çeçen Savaşı da bu dönemde Rusya ve Batı
arasında gerginlik yaratan temel sorunlardan biri olmuştur. Bu savaşı kısa
vadede Rusya ve Batı arasındaki mesafeyi derinleştirirken, Rusya-NATO
ilişkileri üzerinde Kosova Krizi ile birlikte büyük ölçüde negatif sonuçlar
doğurmuştur.
1459
4. Putin Yönetimi Sonrasında Taraflar Arasındaki İlişkiler
Ocak 2000’de Rusya Devlet Başkanlığı’nı devralan Vladimir Putin’in dış
politika ile ilgili ilk kararlarından biri, kendisinden önceki Başkan Boris
Yeltsin’in Kosova’da yürütülen hava kampanyasına tepki olarak bir yıldır
dondurduğu NATO-Rusya ilişkilerini yeniden canlandırmak olmuştur. (Fritch,
2002) Temmuz 1999’da yeniden başlayan DOK’un aylık toplantılarının
gündemini Kosova’ya ilişkin konularla sınırlayan Rusya, 2000 yılı içerisinde
geniş kapsamlı iş birliği faaliyelerine geri dönmeye başlamıştır. Böylece Putin
yönetimi ile beraber 2000 yılında DOK’un yeniden tam anlamıyla işlevsel hâle
geldiğini söylemek mümkündür.
4.1. Rusya’nın 2000 Yılındaki Askeri, Ulusal Güvenlik ve Dış Politika
Doktrinleri
Vladimir Putin tarafından onaylanan 2000 yılı ‘Rusya Dış Politika Konsepti
Belgesi’, Rusya’nın tek kutuplu bir dünya karşısında konumlanacağını net bir
şekilde ortaya koymuş ve bu belgede çok kutuplu bir dünya düzeninin
kurumsallaşması için çalışılacağı belirtilmiştir. NATO ile ilişkilerinde ise,
Rusya ‘yapıcı bir etkileşime’ açık olduğunu vurgulamış (Yapıcı, 2004: 81)
ancak NATO’nun özellikle Doğu Avrupa’ya yönelik genişlemesinin ve yeni
üyelerin topraklarına konvansiyonel silahların yerleştirilmesinin kaygıyla
izlendiğini de belirtmiştir. (Erişen, 2004: 182) Belgede, Rusya’nın NATO ile iş
birliğini yoğunlaştırması, NATO’nun yeni üye ülkelere konvansiyonel silahların
yanında nükleer silah ve bunları atma vasıtaları konuşlandırmamasına
bağlanmıştır. (Öztürk, 2001: 32) Nisan 2000’de açıklanan Rus Askerî Doktrini
ve Ulusal Güvenlik Konsepti’nde de, NATO’nun askerî gücünü sorumluluk
alanı dışında kullanmasının istikrarsızlığa yol açacağı belirtilmiştir. Ayrıca
Ulusal Güvenlik Konsepti’nde Rusya’nın NATO ile ilişkileri konusunda
‘dostluk’ yerine şimdi yalnızca ‘iş birliği’nden söz edilmekteydi.
Bu belgeler ile, Rus dış politikasında özellikle 1993 yılından itibaren etkisini
arttıran ve Putin döneminde daha da belirginleşen Avrasyacılık akımının,
Atlantikçilik karşısında güçlendiği söylenebilir. Ancak bu durum Atlantikçiliğin
çöküşü demek değildir. Çünkü Rusya Federasyonu açısından Doğu ile belirli
konularda fikir birliği içinde olmak ve Orta Asya ve Kafkasya ile ilişkileri
geliştirmek, Batı dünyası ile ilişkilerin bozulduğu anlamına gelmez. Putin’e
göre Rusya, Avrupa’ya da Doğu’ya da önem vermeli ve Rus dış politikası
dengeli olmalıdır. (Schauble, 2000).
Nisan 2000’de açıklanan ve Avrasyacı görüşlerin ağır bastığı Rus Askerî
Doktrini’nin ve Ulusal Güvenlik Konsepti’nin etkisiyle, 2000 yılının
ortalarından itibaren NATO’da Rusya ile ilişkiler temel gündem maddesi ve
öncelikli alan olarak belirlenmiştir. (Labarre, 2001: 52) 2000 Mayıs’ında
Floransa’da gerçekleşen Dışişleri Bakanları düzeyindeki NATO-Rusya
toplantısında, Robertson’ın Rusya ve NATO’nun Kosova sendromunun
üstesinden geldiğini açıklamasıyla beraber, Moskova’da NATO Enformasyon
1460
Bürosu’nun açılmasına ve 2000 yılının geri kalanı için bir çalışma planı
hazırlanmasına ilişkin iki adet anlaşma imzalanmıştır. Ayrıca, 2001 yılı
içerisinde iki taraf arasında denizde arama-kurtarma ve savunma reformu
alanlarında iş birliği gibi maddeler içeren bir Çalışma Programı onaylanmıştır.
(NATO Handbook, 2001: 86)
Bir taraftan taraflar arasındaki yakınlaşmalar devam ederken, diğer taraftan
Putin’in NATO aleyhine verdiği demeçler, Rusya’nın NATO karşıtlığı ile
yandaşlığı arasında ince bir çizgide yürüdüğünün göstergesi sayılabilir. Nitekim
2001 Temmuzundaki konuşmasında Putin şöyle demektedir: ‘Bizim NATO için
öngördüğümüz öncelikli seçenek, bu örgütün çözülmesidir; ancak bu şuan için
gerçekleşmesi zor bir seçenektir. İkinci bir alternatif ise, Rusya’nın da içinde
yer aldığı yeni ve farklı bir örgütün yaratılması olabilir. Zaten biz NATO’yu
düşman bir örgüt olarak görmesek bile, bu Soğuk Savaş örgütüne neden ihtiyaç
duyulduğunu da anlayamıyoruz’. (Baker, 2002: 101)
4.2. 11 Eylül 2001 Sonrasında Taraflar Arasındaki İlişkiler
11 Eylül 2001’de New York ve Washington’da gerçekleştirilen terörist
eylemler, binlerce Amerikalının ölümüne yol açarken, 100’den fazla Rus
vatandaşının hayatına mal olmuştur. Bu saldırılar sonrasında, terörizme ve kitle
imha silahlarının yayılmasına karşı mücadelede daha yakın bir NATO-Rusya
ilişkisine ihtiyaç duyulduğu anlaşılmıştır. (Robertson, 2002: 32) 13 Eylül
2001’de DOK, terörist faaliyetleri kınayan ortak bir bildiri yayınlamış ve ortak
bir uçuş tatbikatına hazır olunduğu belirtilmiştir. (Grushko, 2002: 25)
NATO açısından Rusya’nın da terörizmle mücadele çalışmaları içerisinde
yer alması önemliydi; çünkü istihbarat yetenekleri, dünyanın belirli
bölgelerindeki politik nüfusu, tehditlere karşı artan duyarlılığı ve hatta sadece
coğrafyası ile Rusya, El Kaide ve bu örgütün Afganistan’daki sponsorlarına
karşı yürütülen mücadelede vazgeçilmez bir ortak olarak görünmekteydi.
(Fritch, 2003) Rusya açısından ise, güney sınırlarına yakın topraklarda
fundamentalist İslami akımların güçlenmesine karşı duyduğu korku ve
Çeçenya’da yaşanan olaylar, onun terörizme karşı savaşta Batıyla iş birliği içine
girmesine olanak sağlamıştı. (Averre, 2002) ABD’nin Afganistan üzerine
giriştiği askerî harekâta Rusya da destek vermiş, bu desteğin ardında da Çeçen
direnişçiler ile El-Kaide arasında bağlantı bulunduğu varsayımı yer almıştır.
Ancak Rusya, ABD’ye terörizme karşı savaşta yardım etmesine karşılık, onun
da NATO içerisinde Rusya’ya daha geniş bir rol verilmesi konusunda
girişimlerde bulunmasını istemiştir. (Starobin, Belton ve Crock, 2001: 56)
Rusya’nın Afganistan’a 1980 yılında gerçekleştirdiği girişim sonucu burada
tecrübe sahibi olduğunu göz önüne alan NATO, Rusya’ya bölgedeki girişime
destek sağlaması için telkinlerde bulunmuştur. Rusya da, diplomatik çabalarda
ve istihbarat paylaşımı konularında NATO’nun girişimine destek sağlamıştır.
(Laporte, 2002) Bölgeye yönelik hava ve kara transferlerine yardımcı olan
1461
Rusya, güvenli bölgeler yaratarak Afganistan kaynaklı uyuşturucu kaçakçılığını
önlemek için geniş kapsamlı bir plan da hazırlamıştır. (Kelin, 2005: 41)
Rusya’nın yardım karşılığında NATO ile ilişkilerinde yeni bir format
önermesi, Aralık 2001’de Dışişleri Bakanları düzeyindeki DOK toplantısında
ele alınmıştır. Rus tarafı bu toplantıda, ilişkilerde yeni bir çizgiye gelinmesi
gerektiğini, bunun da yeni prensipler, yeni mekanizmalar ve bu mekanizmaların
kullanılabileceği yeni iş birliği alanları ile sağlanabileceğini belirtmiştir.
Sonuçta Rusya’nın istediği NATO ile iş birliğini ‘19+1’ şeklindeki bir
formattan ziyade 20’li bir formata dayandırarak geliştirmek idi. (Adamishin,
2002: 83) ve bu doğrultuda 2001 Aralığındaki bu toplantıda, yeni bir NATORusya Konseyi’nin kurulması yönünde çalışmalara başlanmasına karar
verilmiştir.
Önceleri NATO’nun genişlemesine ve Baltık ülkelerinin İttifak’a üyeliğine
karşı çıkan Rus yönetimi, 2002’nin başlarında hâlen Baltık ülkelerinin
NATO’ya girmesine karşı olmasına rağmen, bunun Batı ile tüm ilişkileri
zedelemeyeceğini açıklamaya başlamıştır. Temmuz 2002’de Rus Savunma
Bakanı Sergey Ivanov, NATO’nun genişlemesinin yanlış olacağını ama bunun
İttifakın bir iç meselesi olduğunu ifade etmiş ve her devletin hangi askerî bloğa
katılacağını belirleme hakkına sahip olduğunu vurgulamıştır. (Kramer, 2002:
748) Rusya’nın genelde NATO’nun genişlemesine, özelde de Baltık ülkelerinin
İttifak’a üyeliğine muhalefetinin sona ermesinde, 11 Eylül saldırıları önemli bir
rol oynamış olabilir; nitekim 11 Eylül sonrası taraflar arasındaki ilişkilerin
düzelmeye başladığı aşikardır. (Manav, 2004: 215) Ancak, bu muhalefetin sona
ermesindeki başlıca etken, 1997’de ilk genişleme öncesinde Yeltsin’e sus payı
olarak sunulan DOK gibi 2004’te gerçekleşen genişleme öncesinde Rusya’nın
sesini kesebilmek için Kremlin’e daha geniş yetkiler veren Rusya-NATO
Konseyi’nin kurulmuş olmasıdır. (Daniels, 2002: 7)
4.3. NATO-Rusya Konseyi
13 Mayıs 2002’de Rusya ve ABD’nin stratejik nükleer silahların azaltılması
konusunda anlaşmaya vardıklarını açıklamalarından bir gün sonra, 14 Mayıs’ta
İzlanda’nın başkenti Reykjavik’te bir araya gelen NATO ve Rusya’nın dışişleri
bakanları, Moskova’nın diğer üye ülkelerle eşit statüye sahip olacağı yeni bir
Konsey’in kurulması konusunda anlaşmaya varmışlardır. (2002,
http://www.jamestown.org/publications_details.php…
_id=2407&article_id=19559) Reykjavik’teki bu anlaşma ile NATO’nun kısmi
üyesi hâline gelen Rusya’nın NATO’nun yirminci üyesi olarak kabul edileceği
bazı ortak konular saptanmıştır. Buna göre terörle mücadele, kitle imha
silahlarının yayılmasının önlenmesi ve barış gücü faaliyetleri konusunda Rusya
‘kısmi üye’ olarak NATO kararlarına katılabilecektir. (Lüle, 2002) Konseyde
Rusya’nın kararları veto edemeyeceği bir mekanizma kurulmasına ve konsensus
olmazsa üyelerin konuları geri çekmesine karar verilmiştir. (2002,
http://www.radikal.com.tr/veriler/2002/05/16/haber_37806.php) Ayrıca,
1462
kurulacak yeni NATO-Rusya Konseyi’nin 28 Mayısta Roma’da yapılacak
liderler zirvesinde imzalanacak anlaşma ile yürürlüğe girmesine karar
verilmiştir.
George W. Bush ile Vladimir Putin, Roma Zirvesi’nden önce 24 Mayıs
2002’de ‘Stratejik Nükleer Silahların Azaltılması’ ile ilgili anlaşmayı
Moskova’da imzalamışlar; taraflar, 2012 yılına kadar geçecek 10 yıllık süre
zarfında hâlen ellerinde bulunan altışar bin nükleer savaş başlığını 1700-2200
arasına indirmeyi taahhüt etmişlerdir. (Bilbilik, 2004: 48) Bir anlamda
Rusya’nın ABD ile bu yakınlaşmasının NATO ile ilişkilerini de olumlu
etkilediği söylenebilir.
28 Mayıs 2002’de NATO üyesi 19 ülkenin hükûmet ve devlet başkanları ile
Rusya’nın katıldığı Roma’daki NATO-Rusya Zirvesi’nde NATO-Rusya
Konseyi oluşturularak, 20’li yapı olarak ifade edilen, Müttefikler ve Rusya’nın
ortak çıkarlar konusunda eşit ortaklar olarak bir araya gelecekleri ve tarafların
önemli kararlar alınmadan önce birlikte çalışabilecekleri bir mekanizma
yaratılmıştır. Taraflar, bu mekanizma içerisinde oluşan tehditlerin analizini
müştereken yapacaklar, müşterek tutumlar geliştirecekler ve mümkün olduğu
zaman müşterek kararlar alıp müşterek eylemler geliştirebileceklerdir.
Ancak Rusya’nın bu mekanizma içerisinde veto hakkına sahip olmayışı, Rus
medyasında NATO ile yakınlaşmaya yönelik eleştirilerin ana nedeni olmuştur.
(Grushko, 2002: 25) Bu konuda Aralık 2001’de NATO Genel Sekreteri
Robertson, Rus Dışişleri Bakanı Igor Ivanov ve AB dönem başkanı Belçika
Başbakanı Louis Michel ile beraber yaptığı basın açıklamasında, NATO’ya üye
olmayan hiçbir ülkenin İttifakın kararlarını veto edemeyeceğini, aynı şekilde
NATO’nun da Rusya’nın bağımsız olarak alacağı kararlara müdahale
edemeyeceğini net bir şekilde vurgulamıştır. (2001, http://www.zaman.com.
tr/2001/12/08/dis/h1.htm)
Roma Bildirgesi’nde, taraflar arasında kapsamlı bir iş birliğinin öngörüldüğü
ortak çıkar alanları belirlenmiştir. Buna göre; terörizmle savaş, kitle imha
silahlarının sayılarında indirime gidilmesi, ortak kriz yönetimi, silahlanmanın
kontrol altına alınması, acil sivil ihtiyaçlarda ortak planlama, savunma
sistemlerinde reform ve askerî iş birliği ve denizlerde ortak arama-kurtarma
operasyonları gibi alanlarda iş birliğine gidilecektir; (2002, http://www.nato.
int/docu/update/2002/05-may/e0528a.htm) ki zaten 2002 yılı sonrasında bu
konularda taraflar arasındaki ilişkilerde çeşitli ilerlemeler sağlanmıştır.*
*
Mesela terörizme karşı iş birliği konusunda, 9
Beğen
Yorum YapPaylaş
Yorumlar
Yorum yaz...

Yorumlar

karaip korsanları

Karaçay - Çerkesya